Irak Türkmenleri, Irak devletinin toplumsal ve tarihî dokusunun asli unsurlarından biridir. Tarihî kökenleri, Orta Asya’dan başlayıp yüzyıllar boyu Mezopotamya’nın çeşitli bölgelerine yayılan kademeli Türk göçlerine dayanmaktadır. Bu tarihsel derinlik; toprağa bağlılık, barış içinde bir arada yaşama değerleri ve kültürel açıklıkla karakterize edilen köklü bir Türkmen kimliğinin oluşmasını sağlamıştır. Bu durum, Türkmenleri Irak’ın siyasi ve sosyal tarihinde etkin bir aktör haline getirmiştir.
Türkmenler, modern ve çağdaş tarihleri boyunca birtakım toplumsal özelliklerle temayüz etmişlerdir. Bunların başında toplumsal barışa olan eğilimleri, etnik ve dinî çoğulculuğa saygı, dışlama ve ayrımcılığı reddetme tutumları gelir. Türkmenlerin çoğunlukta olduğu şehir ve kasabalardaki tarihî tecrübeler, onların diğer unsurlar üzerinde hiçbir zaman baskı veya tahakküm politikası izlemediklerini; aksine toplumsal ortaklık ve karşılıklı saygıya dayalı bir bir arada yaşama modelini benimsediklerini kanıtlamaktadır. Zulme maruz kaldıkları dönemlerde dahi haklarını hukuki ve barışçıl yollarla aramayı tercih etmeleri, sahip oldukları sivil siyasi kültürün derinliğini yansıtmaktadır.
Modern Irak devletinin kuruluşunun ilk aşamalarında Türkmenlerin somut bir rolü olmuştur. İngiliz işgaline karşı direnişte yer almışlar, özellikle de sömürge varlığına karşı çıkan en önemli hareketlerden biri olan 1920 Telafer Türkmen Ayaklanması'nı gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca yeni kurulan devlet kurumlarının inşasına katkıda bulunmuş ve Irak ordusunun kuruluşunda yer almışlardır; bu da onların ulusal projeye erken dönemde eklemlendiklerini teyit etmektedir. Ancak bu etkin rol, ilerleyen süreçte devlet mekanizmaları içerisinde adil bir siyasi temsiliyete dönüşmemiştir.
Irak Türkmenleri, 20. yüzyıl boyunca çağdaş tarihlerinin bir parçası haline gelen bir dizi katliam ve ağır hak ihlallerine maruz kalmışlardır. Bu olayların en öne çıkanları arasında; 1924’te İngiliz güçleri tarafından gerçekleştirilen Kerkük Katliamı, 1946’da Irak Petrol Şirketi’ndeki işçi grevi sırasında yaşanan “Gavurbağı” Katliamı, ardından 1959 Kerkük Katliamı, 28 Şubat 1980’de Türkmen aydınlarının idam edilmesi ve 1991’de Baas rejimi tarafından gerçekleştirilen Altunköprü Katliamı yer almaktadır. Bu olaylar Türkmen toplumsal hafızasında derin izler bırakmış, siyasi dışlanmışlık ve mahrumiyet hissinin pekişmesine neden olmuştur.
2003 yılında Baas rejiminin çöküşüyle birlikte Türkmenler, Irak’ın birliğini savunan, bölünmeyi reddeden ve tüm unsurlar arasında barışçıl bir arada yaşamayı öngören bir siyasi söylem benimsemişlerdir. Ancak kötüleşen güvenlik durumu, 2003-2014 yılları arasında El-Kaide ve daha sonra IŞİD terör örgütlerinin saldırılarına maruz kalan Türkmen bölgeleri üzerinde ağır bir gölge bırakmıştır. Telafer, Emirli, Tazehurmatu, Kızılrabat, Kerkük ve Tuzhurmatu gibi Türkmen yerleşim yerlerini hedef alan bu saldırılar, binlerce can kaybına ve büyük çaplı göç dalgalarına yol açmıştır.
10 Haziran 2014’te Musul’daki güvenlik güçlerinin çöküşü, Türkmenlerin çağdaş tarihinde tehlikeli bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Bu durum, yüz binlerce Türkmen’in tarihî topraklarından diğer illere ve başkent Bağdat’a göç etmesine neden olmuştur. Türkmen köy ve kasabaları sistematik bir yıkıma ve zorunlu göçe maruz kalmış; bu da Türkmenlerin insani acılarını derinleştirirken kendi bölgelerindeki demografik ve siyasi varlıklarını zayıflatmıştır.
Irak’ın birliğine olan daimî bağlılıklarına rağmen Türkmenler, 2003 sonrası dönemde kendilerini çoğu zaman karar alma mekanizmalarının dışında bulmuşlardır. Bu durum kısmen, etkin temsiliyeti üç ana unsurla (Şii, Sünni ve Kürt) sınırlayan "muhassasa" (kota) sistemine dayalı siyasi yapıdan kaynaklanmaktadır. Birçok bölgedeki tarihsel ve demografik ağırlıklarına rağmen Türkmenlere bir "azınlık" muamelesi yapılmıştır. Bu sorunsal; Türkmenlerin siyasi kazanımlarının zayıf kalmasının nedenleri hakkında askerî bir güce sahip olmamaları mı, siyasi örgütlenme eksikliği mi yoksa sistematik bir dışlama politikasının varlığı mı olduğu yönünde temel soruları beraberinde getirmektedir.
Sonuç olarak, Irak Türkmenlerinin yaşadığı dışlanmışlık durumunun aşılması, siyasi rollerinin net anayasal ve kurumsal temeller üzerinde yeniden şekillendirilmesini gerektirmektedir. Bu da Türkmenlerin devletin tüm kademelerine katılımının güçlendirilmesi ve onlara tarihî konumlarına ve ulusal rollerine uygun adil bir temsil hakkı tanıyan, mezhepler üstü ulusal ittifakların kurulmasıyla mümkündür. Türkmenlerin haklarının teslim edilmesi sadece bir grubun meselesi değil, aksine Irak devletinin birliğinin güçlendirilmesi ve siyasi-toplumsal istikrarın tesisi için temel bir sütundur.