Bir akşam, kalabalık bir topluluk içinde sessizce oturuyordum. Herkes kendi arasında konuşuyor, kimi yüksek sesle bir şeyleri savunuyor, kimi ise yalnızca dinliyordu. Dikkatimi çeken şey şuydu: Herkesin söyleyecek sözü vardı ama kimse kimseyi duymuyordu. Aynı dili konuşuyorlardı belki, ama kalpleri birbirine yabancıydı.

O an düşündüm; bir milletin sesi neden kısılır? Çünkü önce kendi içinde birbirini duymayı unutur.

Bir milletin gücü sadece nüfusuyla ya da sahip olduğu topraklarla ölçülmez. Gerçek güç, aynı hedefte birleşen insanların yüreğinde saklıdır.

Ne yazık ki bugün, uzun süredir kimliği görmezden gelinen bir topluluk, en büyük yarayı kendi içinden alıyor. Birlik olması gereken yerde ayrılık, dayanışma olması gereken yerde rekabet var.

Kimi zaman bazıları farklı siyasi düşüncelerin arkasında duruyor, ama bu duruş çoğu zaman kendi milletini yalnız bırakıyor.

Sonra da haksızlık karşısında “Neden kimse sesimizi duymuyor?” diye soruluyor. Oysa bir millet, dışarıdan gelen baskılara ancak içten gelen bir güçle karşı koyabilir. Ses olmak için önce tek bir yürek olmak gerekir.

Bir milletin geleceği, onun kendi içinde kurduğu sevgi ve dayanışmadan doğar. Birlik olmadan hak aranmaz, birlik olmadan kimlik korunmaz.

Eğer gerçekten saygı, temsil ve adalet isteniyorsa; önce birbirimize sırt çevirmeyi bırakmalıyız.

Unutmayalım, ayrı düşen yapraklar rüzgârda savrulur ama kökleri aynı ağaçta birleşenler, fırtınalara göğüs gerer.

Birlik, sadece aynı bayrağın altında yaşamak değil; aynı yüreğin ritmini duymaktır. Çünkü Özünü korumayan, başkasının gölgesinde kaybolur.