Orta Doğu'da ABD Etkisinin Paradoksu

ABD, çağdaş dünya sisteminin en etkili uluslararası aktörüdür. Bu etki, askeri üstünlük, ekonomik hegemonyanın ve siyasi-ideolojik etki yeteneğinin birleştiği kapsamlı güç unsurlarına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. ABD'nin Orta Doğu politikasına bakıldığında, bu politikanın, ABD’nin çeşitli araçlarla gerçekleştirmeye çalıştığı ulusal çıkar mantığına dayandığı görülür. Bu araçların başında; askeri ve ekonomik gücün kullanılması ile açık bir çifte standartla karakterize edilen seçici diplomasiye güvenmek gelmektedir. ABD politikası bölgede zaman zaman ret veya eleştiriyle karşılaşsa da, bölgesel devletlerin çoğu, uluslararası güç dengeleri ve ABD ile kapsamlı bir kopuşun siyasi, ekonomik ve güvenlik maliyetinin büyüklüğü göz önüne alındığında, bu politikayla temkinli bir şekilde ilişki kurmak zorunda kalmaktadır.

Ülkelerin ABD'ye karşı doğrudan ve açık düşmanlık ilan edememesinin yetersizliği üç ana nedenle açıklanabilir:

Birincisi: Askeri Güç Dengeleri ABD, sadece silah ve teknolojik kapasite açısından değil, aynı zamanda üs ve kuvvetlerin coğrafi yayılımı açısından da dünyanın en büyük askeri gücüne sahiptir. Özellikle Orta Doğu'da, ABD'nin askeri varlığı, gerek Körfez'deki büyük üsler gerekse Kızıldeniz ve Akdeniz'deki deniz konuşlandırması yoluyla kalıcı bir stratejik nitelik kazanmıştır. Bu varlık, ABD'yi bölgesel güvenlik denkleminde içeriden bir taraf haline getirir ve ondan bağımsız bir askeri denge hayal etmeyi zorlaştırır.

İkincisi: Ekonomik ve Finansal Hakimiyet ABD ekonomisi, doların küresel rezerv para birimi olarak hegemonyası, ayrıca büyük ABD şirketlerinin teknoloji, enerji ve savunma alanlarındaki üstünlüğü aracılığıyla kendisini dayatmaktadır. Ayrıca, ekonomik yaptırımlar, ABD'nin iradesini rakiplerine kabul ettirmek için kullandığı katı yumuşak güç araçlarından birini temsil eder. Bu nedenle, ekonomi, özellikle bölgesel ekonomilerin çoğu ABD'nin liderliğindeki küresel finansal sisteme bağlı olduğu için, silahtan daha az etkili bir baskı aracı değildir.

Üçüncüsü: Amerikan Dış Politikasının İkiliği ABD'nin Orta Doğu'daki dış politikası aşırı pragmatizm ve hatta zaman zaman çifte standartla karakterizedir. Bir yandan, İsrail'in bölgenin en önde gelen askeri gücü olarak kalmasını sağlamak için siyasi, askeri ve ekonomik olarak en büyük destekçisidir.

Öte yandan, ABD birçok Arap ülkesini farklı konularda desteklemektedir: Tarihsel olarak Sovyetler Birliği'ne karşı onları desteklemiş, bugün ise İran'a karşı veya (ABD'nin terör tanımına göre) terörle mücadele bağlamında desteklemektedir. Bu ikilik, ABD'ye çelişkili taraflar arasında manevra yapma yeteneği verir, bu da onun vazgeçilmez bir aracı veya aktörü olarak rolünü pekiştirir. Bu veriler ışığında, ABD'nin, İsrail'e olan bariz eğilimi ve müdahaleci politikaları nedeniyle birçok bölgesel güç için aynı anda stratejik bir rakip olduğu, ancak askeri ve ekonomik nüfuzu nedeniyle aşılması mümkün olmayan bir ortak olduğu görülmektedir. Bu nedenle, ABD ile ilişki kurma yaklaşımı, siyasi, ekonomik ve güvenlik açısından maliyetli olacağı için mutlak bir kopuşa dayanamaz; daha ziyade, düşmanlığı yönetme ya da "arkadaş olunması, en azından idare edilmesi gereken bir düşman" olarak adlandırılabilecek ilkeye dayanmalıdır.

Uluslararası ilişkilerdeki siyasi gerçekçilik mantığından yola çıkarak, devletler güç dengesinin stratejilerini belirlemede belirleyici bir unsur olduğunun farkındadır. Ancak, ABD'ye mutlak bağımlılık, ondan kopuş risklerinden daha az bir tehlike oluşturmaz. Bu nedenle, en iyi seçenek, Çin, Rusya ve Avrupa Birliği gibi büyük güçlerle ilişkileri güçlendirerek veya Türkiye, Hindistan ve Pakistan gibi yükselen güçlerle bölgesel ittifaklar kurarak uluslararası ittifakları çeşitlendirmektir. Bu anlamda, ABD tek oyuncu değil, birçok taraf arasında bir taraf haline gelir. Bu denge, onun nüfuzunu ortadan kaldırmaz, ancak tek taraflı politikaları dayatma yeteneğini sınırlar ve bölgesel devletlere daha büyük bir stratejik bağımsızlık kazanma alanı açar.

Tarihsel deneyim, ABD’nin askeri, ekonomik ve diplomatik güç araçları aracılığıyla kendisini Orta Doğu'da merkezi bir oyuncu olarak kabul ettirmeyi başardığını doğrulamaktadır. Bununla birlikte, ona mutlak bağımlılığın devam etmesi, bağımlılık risklerini içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla, onunla, bağımlılığa değil şartlı ortaklığa ve ittifaklarda stratejik çeşitliliğe dayanan dengeli bir ilişki kurmak, çok kutupluluğa doğru ilerleyen bir dünyada bölge ülkelerinin çıkarlarıyla en uyumlu, gerçekçi seçenektir.

Sitemizde yer alan köşe yazıları, yazarın kendi düşüncesini yansıtmaktadır.